Çok severek aldığın bir pantolonu kilo aldığın için giyemediğinde ne hissediyorsun? Hadi buna pişman olduklarının sendeki etkisi misali, şişman olmana sebep olan dengesiz beslenmenin bir sonucu diyelim ve hissettiğin sana kalsın, peki konunun kendisi hakkında ne düşünüyorsun? Kilo vereceğim ve o pantolonu yeniden giyeceğim mi diyorsun? Yani kalp ve damar sağlığın için değil ama pantolonu tekrar giymek uğruna diyet yapabiliyorsun. Eğer öyleyse şimdilik buna da peki.
Ayağına vuran ayakkabıda durum nasıl? “Asla vazgeçemem, atamam, birine de vermeye kolay kolay kıyamam çünkü buna çok para verdim, beğenerek aldım” falan mı diyorsun? Peki ayağının sağlığı önemli değil mi veya ayakkabı ayağından daha mı pahalı diye aynı soruyu yinelesem?
Bu ve benzeri türden bir başka soruya vereceğin yanıtın sonucu da doğrudan yine seni bağlıyor. Gerçi çok şaşırmıyorum bu tavrını görünce, çünkü sen ruhuna acımadan vuran, darbe üstüne darbe indiren insanlardan da kolay kolay vazgeçmiyorsun ve daha kötüsü, burada karşılıklı oturmuş sana dair önemli konuları konuşurken, ben senin ruhunun üzerine aldığın darbelerden oluşan izlere üzülerek bakıyorum. İnsan bunu kendine neden yapar, yapılmasına nasıl müsaade edebilecek kadar kendisini değersiz hisseder? Bu davranışı yani kendisini değersiz hissetmesine sebep olacak bir şeye doğrudan bizzat insanın kendisinin imkan tanıyor olması bir çeşit yaşam defosu, hatta belki de “yaşayamama” defosudur. Evet kabul edelim lütfen, bu bir defo. Perakende olarak satılan bir ürünün herhangi bir yerinde veya işlevine engel olan bir tür ayıp varsa, ayıplı malın iade edilmesi gerekir. Peki ayıplı insanı nereye ve nasıl iade edeceğiz? İnsanın kendisine yapılmasına alan açtığı her konudan elde edeceği iyi ve kötü sonuçlara insanın kendi katkısı olumlu ve olumsuz olarak daima en yüksek katkı oluyor. Burada bahsettiğimiz ise insanın kendi kendisine yaptığı bir ayıp. “İnsanız, ayıplarımız, kusurlarımız elbette olur” gibi şeyler geçiriyor musun içinden? Diyebilirsin, demekte de özgürsün evet. “İyi bir filmin kusurları olması gerekir. Hayat gibi, insanlar gibi” der Yönetmen F. Fellini. O yüzden ne Fellini’nin sözlerini, ne de senin cevabını tuhaf bulmuyorum. Bence sen de, efsane yönetmen Fellini de haksız da sayılmazsınız ama kusur koleksiyonu yaparcasına sürekli yanlış kararlardan kurulu bir hayat da yaşatmamalı insan kendisine. Çünkü insan, sıklıkla yanlışlar yaparak dikkatsizce sigarasından düşen ateşin defalarca farklı yerinden yanışına sebep olduğu bir masa örtüsü misali, ömrünün üzerine düşürdüğü yanlışlardan yakılmış ateşlerle yaşamını delik deşik ettiğini gördükçe çok üzülür ve yarınlarda yaşayacaklarının dünlerden de kötü olacağını hissetmeye başlayabilir. İşte tam da bu yüzden, bir şeylere başlarken taşıdığımız heyecanları, gerektiği takdirde bir şeylerden vazgeçerken de hissetmeliyiz. Çünkü bazen vazgeçmesini bilmek, hepten tüketerek yok etmek ve bu tükenişin her geçen süre artan kötü etkisiyle tümden yok olmaktan çok daha makbul olabiliyor.
Bazen bir işten, bazen bir yerden, şehirden, bazen ise bir insandan radikal bir şekilde vazgeçmesinin daha iyi sonuçlar doğurabileceğini bilmeli insan. Çünkü kişinin içinde bulunduğu yer ve durum yada birlikte olduğu insanlar bazen acı verir insana ve insan acıyı hissettiğinde bunu tahlil edip 2 şey yapabilir; bununla yaşamaya alışır yada bundan tamamen uzaklaşır. Hissedilen acı bir sevdiğinizin veya kontrolünüz dışında oluşan bir kaybın doğurduğu acıysa bunu kanıksaması ve bununla yaşamaya alışması daha zor olabilir ama bu zorluk ilginç değildir, çünkü bu tür acılar bir apartmandaki kiracılar gibi değildir, ev sahibidir ve maalesef hiç gitmezler, onlarla yaşamaya alışmak ruh sağlığınız için daha rasyonel faydalar sağlayacaktır. Ancak bazen edinmek için zaman ayırdığımız ve uğrunda bedeller ödediğimiz kazanımları dahi, bize acı verdiği takdirde hızla terk etmemiz daha yararlıdır, aynı ayağa vuran ayakkabıyı çıkarıp atmak, bir daha giymemek gibi. Aldıktan sonra hiç kullanmadan uzun zamanlar dolabınızda sakladığınız bir ayakkabıyı, ayağınıza oluyor mu diye dolaptan çıkartıp evde giymeyi denediğinizde ayağınıza vuruyorsa belki onu ayağına tam olacak bir başkasına verebilirsiniz ve bunu yapmanız da size iyi hissettirir; çünkü iyilik yapmak insanın dimağı için özel bir lezzettir. Ama hayatınızdan size zarar verdikleri, canınızı acıttıkları için çıkarttığınız kötü insanları başkalarına veremezsiniz. Çünkü kötü insan herkese kötüdür. İyisi mi siz hayatınıza kötü insanları hiç davet etmeyin. Bunu yapmak içinse hayatınızdan içeri girişler esnasında çok daha sıkı denetimler ve güvenlik proseslerinden geçirin insanları. Sizinle bağ kurmalarındaki esas niyetlerini daha dikkatli sezinlemeye odaklanın. Vitrinde gördüğünüzde spotların ve ve altındaki podyumun suni etkisiyle ayakkabıyı satın almak için hızla mağazadan içeri girercesine, süslü ve etkileyici sözlerine aldanıp, olduğu gibi değil de aslında olmayı istediği insanı varmışçasına size sunanlara aldanmayın. Bugün herhangi bir devletin, toprağına yerleşmiş mültecileri göndermesi, göndermek için sağlanması gereken koşulları oluşturması koca bir devlet için bile ne kadar zordur. Birçok bir arada ve uyum içerisinde çalışan devlet organizasyonları için bile zor olan bir süreci, hayatına bir şekilde dahil olmuş insanları istemediğinizi anladığınız o anda göndermek istediğinizde size büyük sıkıntılar yaşatabiliyorlar. Zaten bir çok insanla hayatımıza girdiklerinde değil, hayatımızdan giderlerken gerçek yüzleriyle daha doğru tanışmış oluyoruz ama işte böyle durumlarda olan hep bize, boşa akıp giden güzel ömür zamanlarımıza oluyor. Tüm bunlardan ötürü insanları hayatlarımızdan içeri almadan önce, onlar hakkında defalarca kez daha dikkatli ve çok yönlü düşünmek gerek. Bir şekilde hayatınıza girmesine izin verdiğiniz insanın ilk ciddi defosuyla karşılaştığında o ilk kriz anından itibaren daha radikal davranmanız yine sizin yararınıza olacaktır. Sizi ciddi bir konuda bir kez dahi hayal kırıklığına uğratmış insanların, size karşı yeni vaatleri ne olursa olsun onları hayatınızdan hızla uzaklaştırmalısınız. Çünkü güzelliği ve şık görünmesi uğruna ayağına vurması, parmaklarını sıkıştırması devam eden bir ayakkabıyı ısrarla giymeye devam eden insanların ayaklarının ne hale geldiğin kış bitipte yaz gelince giyilen terlikler ve sandaletler eşliğinde parka ve bahçelerde görmemiz mümkün :) Dilerim ki siz de biten kışlar misali, ömrünüz bitmeye yaklaşınca ruhunuzu kendileriyle bir arada olunmaması gereken insanlarla bir arada kalmaya maruz bırakmanızdan ötürü benzer bir çirkin tabloyla karşılaşmazsınız. Tabii ayak da sizin, ömür de, gerisi yine her zaman olduğu gibi sizin tercihiniz.

Comments