top of page

“En zoru; kabullenmek”

Serhat Kaya

Adı hayat olan olguda birçok konu ve olay tümsek olur çıkar insanın karşısına, yolunda yürürken tökezletir, bazen yere düşürür. Fakat en kötüsü bu değil. Buna ne zaman emin olduğumu düşünüyorum ve evet! O an. Her gün birbirine benzeyen yaşanmışlıklarla, yani “mış”larla dolu günlerin birbirine eklenip trene dönüştüğü zamanların birinde, uyumadan hemen önce bundan emin oldum. Yatağa oturduğumda hissettiğim 2 sızı vardı; birisi günün koşturmacısı içerisinde bedenimi taşıyan ayaklarımdan gelen biyolojik bir ağrı. Diğeri ise zihnimde hissettiğim sızı. İlki neysede ikincisi beter sızıdır, aynı ruh ağrısı gibi. Oturduğum yerden odada karşımda duran duvara baktım. Bugün ne yaptım ben? Nerelerde neleri duydu kulaklarım, neleri gördü gözlerim, neler döküldü dilimden… Onca şey duyup, görmeme, üstüne benim söylememe rağmen neden tatmin olmuyordum? Neydi bu hissettiğim? Sordum sordum usanmadım yeniden sordum kendime. Başımı ellerimin arasına alıp zihnimden geçen soruları durdurmaya çalıştım ama nafile. Çünkü biliyordum ki bu gece o sesler sussa da yarın yine, öbür gün yine diğer gün yine devam edecek ve sürekli bu soruları duymaya devam edecektim, hem de her gece! Kabus gibi. Bunca farklı insana ve misli çoklukta konuya, duyguya temas ediyor oluşumun sonunda bu içimde taşıdığım huzursuzluk çok kötü. Birileri için akıl veren, dinlenilmeye anlaşılmaya ihtiyacı olanları anlamaya çalışan, üstüne kendi söyleyeceklerini de söyleyen birinin günün sonunda bu kadar rezalet bir hisle karşı karşıya kalıp uykuya gitmeden önce yatağına oturup ruhunun hareketsiz ve sanki kaskatı kalması gerçek bir kabustur. Aşamadım bunu, hem de uzun süreler, aylarca, yıllarca. Sonra bir şey olmadı. Yine aşamadım, yine benzeri kadar mutsuz eden, huzursuz eden birçok böyle yeni an daha yaşadım. Ve hepsi beni yeni güne yataktan daha az istekle kaldırmaya yetti. Çünkü günün sonunda yeniden bu yatağa dönebilirsem aynı zihin yorgunluğu ve ruh bezginliğiyle geleceğimi biliyordum. İsmet Özel’in sözlerini anımsarım hep böyle anlarda; “yüzümle yüzleşmeyi hiç düşünmedim, çünkü ben aynada insanın kendini görebileceğine inanmıyorum, biz aynada insanların bizi nasıl gördüklerini görebiliriz. Dolayısıyla aynaların nesneleri gösterdiği doğru olabilir ama insanı göstermez, ben kendimi aynada görmeyi hiç ümit etmedim.” Tanıdık geliyor mu? Bu sözler sizin de zihninizde kendisine bir yer ediniyor mu? Evet, benim de aynada göremediğim ama yatağa oturduğumda uyumadan önce içimden geçen saptamalar ve serzenişler tastamam benzer gerçekliklerden oluşuyor. Evet, bunu fark ettim ve kabullendim. Sakın küçümsemeyin bunu, kabullenmek büyük meseledir. Çirkin olduğunu, beceriksiz olduğunu, sır saklayamayacak kadar düşük çeneli olduğunu, kötü bir anne veya fazla rahat bir baba olduğunu, toplum içinde sorumsuz yada duyarsız biri olduğunu, maymun iştahlı olduğunu, gelişmeye kapalı olduğunu ve daha nicesini kabullenmek büyük devrimdir insan için. Kabullendikten sonra harekete geçmekten hiç bahsetmiyorum çünkü değişim her zaman ve her koşulda daima zordur ama en zoru ve ilk basamak önce “kabullenmektir.” O günden sonra yine ruhum ağrıdı, yine zihnimde susmayan sesler olmaya devam etti ama sanki süreleri azaldı. Çünkü artık yatağa oturduğumda yaşadığım güne ve içerisindeki olaylara dair kendi saçmalıklarım ve karşılaştığım konulardaki doğruları yanlışları değil de, daha çok “gerçeklikleri” ve gerçeklik gerekçelerini düşünmeye başladım. Yaptığım ve yapamadığım, o güne ve olaylara dair her şey için artık zamanın bittiğini ve kabullenmezsem yarına yine daha yorgun uyanacağıma ikna ettim kendimi. İnsanın kendisini yenmesidir ikna olmak ama bu hiç kolay değil. Çünkü vaatler yeterli olmuyor motive olmaya. Fakat gerçeklik, uzun vadede daha az hırpalıyor insanı. En güzeli de “mış”larından vazgeçiyor insan. Kimse kimseyi yargılayamaz. Hepimizin ilk kez yaşadığı bir hayat sınavında sınıfı geçmek de yok, sınıfta kalmak da. Ve her şey sahip olduklarından keyif alıp, hayatta nefes aldığın sürece günün getirdiği her şeyi olduğu gibi kabullenince daha kolay ve hazmedilir oluyor. İnsanın kendisiyle inatlaşmasına hiçbir gaye uğruna gerek yok, çünkü hiçbirimiz bu hayattan sağ çıkamayacağımız ve insanın sanırım ilk kabullenmesi gereken ve güzel bir yaşam tasarlamaya motive eden hayatın gerçek öznesi de bu değişmez maddesi. Güzel bir hayat yaşamak için insanın kendisiyle imzalayacağı kalıcı bir barış birçok hiçliğe sahip olmaktan fazlası değildir ama zaten hayatın tüm illüzyonlarla dolu sunuş perdesini aralayan farkındalığı yüksek insanların göreceği manzara bunun sağlamasıdır; hayat, birçok hiçlikten memnuniyet duymaktır. İngiliz yazar D. H. Lawrence’ın söylediği gibi; “Hiçlik! Yaşamın bu muazzam hiçliğini kabullenmek, bir nevi hayatın sonu demekti. Tüm o meşgul edici küçük şeyler bir araya gelince, toplamda olsa olsa koca bir hiçlik ediyorlardı işte!"



42 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
“Muamma”

“Muamma”

Bình luận


© 2012 - 2025 Tüm hakları saklıdır.

bottom of page