Kendi kendinize “Bu kadar saçma konu, ortalama zekanın altında ve daha kötüsü, çok kötü kalpli insanların arasında benim ne işim var” dediğiniz oluyor mu? Tamam, bir kısmınızın oluyor dediğini, daha büyük bir kısmın ise etrafımda bunlardan başka bir şey yok gibi geliyor dediğini düşünüyorum. Peki ama neden böyle? Yani esas soru onların var olması değil, asıl soru sizin bir tür keyifsizlik çekim mıknatısı gibi olmanız neden? Sabahattin Ali kitaplarının birinde “İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar” der. İyiyi ve güzeli, ruhunuza anlamlı gelecek olanla karşılaşmayı rastlantılara bırakmak ama diğer taraftan ne kadar can sıkıcı konu ve insan varsa hepsi için çekim merkezine dönüşmek? Kabus gibi geliyor kulağa. Peki yok mu bunun bir kurtuluş reçetesi? Var muhakkak hem de birçok reçetesi var lakin her ilacın her bünyede aynı etkiyi yapmaması gibi, her öneri de her insan için aynı işlevsellikte olamayabiliyor. Fakat hemen hemen herkes için kullanmaya uygun bir reçete var; “ne istemediğini bilmek.” Evet, buna odaklanmalı insan yaşarken. Ne istediğini bilmek demiyorum, tam zıttı, ne istemediğini bilmek diyorum. İnsan yaşarken bazen seçimleri bazen de hayatın ona sundukları ile beğeni ve beklentilerini tekrar şekillendirebilir, ancak örneğin 30 yıl boyunca evinizde kedi beslemek şöyle dursun sokakta gördüğünüzde yanına gidip kediyi sevmeye iştahınız yoksa büyük bir olasılıkla kalan ömür zamanlarında evinizi sevimli bir kedicikle paylaşmaya uzak olacaksınız demektir. Çünkü bu sizin ilgi alanınıza uzun süreler girmemiş bir şey. Şu an aranızda hayatında bir kedi olan, onunla evini paylaşanlar size bakıp “ne büyük kayıp” diyorlardır, ki pek haksız değiller. Ancak bu sizin tercihiniz, daha doğru ifade edecek olursak bu sizin hiç hayalini kurmadığınız, gereksinim duymadığımız, yani “istemediğiniz” bir şey. İnsan ne istemediğini bilince ondan uzak kalması da zor olmuyor. Kedi üzerinden anlatmak istedim çünkü kediler neredeyse 10 insanın 8’i için harika hissettiren can yoldaşlarıdır. Düşünün ki çok güzel bir varlık dahi yüksek çekim ve ilgi duyma cazibesine sahipken onun hayatınızda olmamasını eksiklik olarak görmüyorsanız, birçok istemediğiniz konu ve istemediğiniz insandan uzak kalmayı başarmanız daha kolay olacaktır. Bazı insanlar çocukken geç konuşabiliyor bu normal, ama bazı insanlar büyüseler de hayır demeyi geç öğreniyor hatta kimisi hiç öğrenemeden bu Dünyadan göçüp gidebiliyor. Sanırım, insan kendisine dayatılan, zorlanılan birçok şeye karşı ben buna dahil olmak istemiyorum diyebilmek için, bunu söylediğinde söyleyeceği insanların ne hissedeceğini bazen kendi hissettiklerinden daha fazla önemsiyor. Peki ama neden? Bu çok saçma, çünkü bu sizin hayatınız ve her ne kadar da bazen yaşamak adlı rolün hakkını size bağlı olan ve olmayan nedenlerden ötürü tam olarak veremesenizde siz bu hayatın yani sizin hayatınızın başrolündesiniz. Bu başrolü oynarken aynı sahneyi paylaşacağınız farklı insanlar tabii ki olacak. Bunlardan bazıları sahnenin bir tarafından girecek, bir süre size sahnede eşlik edecek ama sonra yeniden sahneden çıkıp gidecekler.
Her insan biricik ve nadidedir ama sadece en başta kendisi, sonrasında ise onu gerçekten sevenler için biricik ve nadidedir. Hayata dair gerçekleştirmeyi istediklerinizi önce planlara, ardından eylemlere dönüştürmeniz sağlıklı bir yaşam rutinidir. Yaşarken insan kendisine erişeceği ve erişemeyeceği birçok hedef koymayı seviyor, çünkü yaşamanın iddiası da buradan geliyor. Sabah yataktan heyecanla kalkmak için kendisine çok az neden bulan insanlar, kendileri mutfakta yemek hazırlarken salonda boşa çalışan, sadece ses çıkaran bir televizyon gibi oluyorlar. Televizyonun boşa çalışması gibi, insan da bir koca günü boşa yaşamış olabiliyor. Kimimiz için varış noktalarındaki iç huzurlar, kimilerimiz için ise başlangıçlardaki heyecan ve motivasyonlar tutkularımızı besler. Çok azımız ise başlangıçlardan ve varışlardan bağımsız arada geçen zamandan, yani “süreçten” keyif almayı keşfetmişizdir, ki bence bunun keşfi insan için en az elektriğin keşfi kadar büyük bir buluş kadar anlamlıdır. Nedeni de çok açık; başlangıçlar da, finaller de sınırlı, yani daha kısa zamanlardan oluşur, oysa süreçler daima daha uzundur. Canınız sıkkınken yaptığınız bir otomobil yada otobüs yolculuğunu anımsayın; yolda olmak yormaz, aksine dinlendirir, zihninizdeki birçok sesi susturur yada birçok konuyu soru cevaplar halinde yeniden muhakeme yapmanız için size daha sağlıklı bir düşünme sofrası kurar. İnsan süreçlerden keyif almasını öğrendikçe ve bunu içselleştirdikçe daha az yüksek beklenti ile yaşamaya başlıyor, önemli konulara çok daha kolay odaklanıyor, bu sayede fazla uyarıcıya da maruz kalmıyor, ruhunu hırpalamaktan kurtarıp kendi yaşam ritmini keşfediyor. Yapacağınız hayat yolculuklarında yolda size yük olmaması gereken hiçbir konuyu ve insanı zihin ve gönül heybenizde kendinize yük edip ruhunuzun günbegün kamburlaşmasına izin vermemelisiniz, ilerleyen bölümlerde bunun üzerine daha derinlemesine sohbet ediyor olacağız. Bunu aklınızdan çıkartmayın; gerçekten kimse gelipte sizin yükünüze omuz vermeyecektir. Emin olun bazen yardım edenleriniz olacak ama bunlar hep çok kısa sürelerle sınırlı kalacak. Fizik kuralı olduğu üzere taşınan yük, taşınmaya devam ettikçe taşıyana yani bu sizseniz, doğrudan size daha ağır gelecektir. İnsan düşünmemek ve hatırlamamak, aslında doğrudan unutmak istediği hiçbir şeyi unutamıyor, kalıcı olarak belleğinden silemiyor ne yazık ki. O halde yapması gereken şey çok açık değil mi? Bugün ne istediğini bilse de yarın neyi isteyeceğinden emin olamayacak tüm bireylerin, ne bugün ne de yarın katiyetle neleri istemediğini, hangi tür konulardan ve nasıl insanlardan uzak durması gerektiğini biliyor olarak yeni bir güne, yani kalan hayat yolculuğuna devam ediyor olması gerekiyor ve bu tercihleri yapmak mümkün. Önce neyi istemiyoruz, neyi yada kimleri yanımıza hiç yaklaştırmamalıyız sorusu yanıt bulmalı zihinde, sonrası mı? Hayat tasarım sevmez dedik, dikkatini topla, bak bunu sadece birkaç sayfa önce söylemiştim ama unuttun. Asma yüzünü, şaşırma da, sadece takılıyorum biraz. Son kez hatırlatıyorum; düşünce her zaman tasarım, his ise her zaman gerçektir, o yüzden hissettiğiniz gibi yola devam.

Comments